4 Ocak 2012 Çarşamba

İki bin on bir nisanının on sekizi

 
 
 
 
Gözlerim kapanıyor. Uyumakla bir şeyler karalamak arasında gidip geliyorum.
 Yoğun geçen iki hafta, yaşadığım duygusal bozgunlar, sıkıntılar, sıkılmalar, hiç ara vermeden geçen yağmurlu onca gün. Dışarı çıkıp çıkmamakta kararsızım. Çıksam, gitsem bir yerlere içimdeki boşluk ve sıkıntı da gelecek. Bildik terane. "Acı terapi". "Yalnızlığın yoğun mesaisi".Pencereden bakıyorum. Karşıdaki evin çatısı ve yoğun bir grilik görünüyor. Birkaç araba, üç beş kuş ve gök gürültüsünden başka ses yok. Şehrin boz renginde insanlar alışılmış döngülerini yaşıyorlar. Ağaçlara ve çimlere bulaşan bir bahar var ama henüz sevinç verecek kadar değil. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir kaç seçeneğim var hiçbirinin önemsemediğim. Yine de direniyorum. Aslında haftasonu gireceğim sınava bildiğim yerden başalyıp, tekrar etmeye en çok ihtiyacım olan konulara gelmeden, günü gelen sınava girebilirim. Her gün yeniden planlayıp bir gün bile eksiksiz yapamadığım okumalarımı yapabilirim. Unutucağımı düşünerek, yorgunluğumun yardımıyla oturup yazı yazdığım yatakta uyuyabilirirm. Zavallı anneciğimi beşimizin belki daha çok üçümüzün dertlerinden, bir kaç saatliğine de olsa uzaklaştırmak için dışarı çıkarabilirim. Yeni aldığım mide ilacımın önleyici etkisine sığınarak içimdeki boşluğu doldurmak için kaşarlı tost yiyip elmalı-tarçınlı çay içebilirim. Geç yatan maaşımın zorunlu kıldığı borçlarımı dekleştirip denkleştiremeyeceğini bilmek için hesap yapabilirim. Şu an yaptığımın aksine yazmayı bırakabilirim. Hayal kurabilirim, mutlu ya da acı. Defalarca ağzımın ucuna gelen hislerimi, düşüncelerimi yutup içimde yumak yumak sıkıntı biriktirebilirim-ki son zamanlarda yaptığım gibi. 

Baharı bekleyebilirim. Dua edebilirim. Şarkı söyleyebilirim. Bazan gerçek bazan gerektiği için gülebilirim. Aşık değilim, olabilirim. Olabilirim....